17 Şubat 2016 Çarşamba

BAŞLIKSIZ OLSUN BU DA.

İçime sığdıramadığım ama anlatmayı, yazmayı da beceremediğim acayip duygular yaşıyorum. Aslında havanın kızıllığında hafif rüzgarla en sevdiğim müzikleri dinlemek gibi. Belki de böyle de değil ne olduğunu ben de anlamıyorum.Ama huzurlu.  Bazen sebepsizce gülümseten bazen ders çalışırken beni çalışmaktan alıkoyan bu sebeple içime acayip bir huzursuzluk veren ama tüm bunlara rağmen mutlu olmama engel olmayan daha önce de hiç hissetmediğim en tarifsiz duygu. İşte diyorum ya anlatamıyorum. Neyse ne zamandır buraya yazamıyordum, bu uzun zamanda neler olduğunu size anlatıyım dicem ama yok işte yok. Sizin de hayatınız benim gibi tekdüze mi. Her geçen gün öncekinin aynısı mı bilmiyorum ama benim öyle. Aslında  ufak tefek yenilikler var. Size çalıştığımı, işe başladığımı yazmıştım. İşi bıraktım ve Kpss maratonuna  kaldığım yerden devam. Kütüphaneye gidiyorum sanki senelerdir hep aynı grup Kpss'ye çalışıyo. Yüzler öyle tanıdık. Sanki atanamayanlar klubü gibi kütüphane de. İşte bir de ara sıra sınavlar için Ankara'ya gidiyorum. Ama böyle tek gecelik gidiş gelişler. Bir buçuk hafta sonra yine ordayım. Tesadüf ki Çorumdaki Devlet Tiyatrosunda Haldun Taner'in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı adlı oyunu var. Gidemicem tabi. Sınav kurbanı oldu cânım oyun. Tam Ankaraya gittiğim tarihe denk geliyor. Geçenlerde Tuğbayla konuşuyoruz, abla, dedi bi kitap okumuştum saatlerle ilgili. Evet ben de öyle bi kitap okudum, dedim. Ama adını bir türlü hatırlıyamıyomuş. Ben de ben de, dedim. Nedense hipnoz olmuş gibi zaman zaman aklıma geliyo bu kitap ama adını bir türlü hatırlayamıyorum. İçinde sorulduğu an tak diye saati bilen bir adam vardı. Odasını saatlerle doldurmuştu. Sonradan aklıma takılıp internetten araştırdığımda Hadun Taner'in "Onikiye bir var" adlı öyküsüymüş bizi böylesine etkisi altına alan eser. Bu kitabı okuduğumda ortaokuldayım daha halk kütüphanesinden almıştım,tiyatronun büyük ustası Haldun Taner'in müthiş öyküsüymüş. O'nla tanışmamız bundan 10-12 yıl öncesine rastlamış meğer.
Sonra bir de geç tanıdığım ama kurgularına bayıldığım müthiş bir yazar var. O da Murat Menteş. Yakın zamanda Dublorün Dilemması'nı okudum. Ama Murat Menteşi ben ilk olarak Afilli Filintilar'daki yazılarından bilirim. Sanki ismini de Ruhi Mücerret'le duyurmuş gibi. Bilemiyorum, onun kitaplarında daha doğrusu, Afiili Filintalar'ın başını çeken tüm yazarlarda acayip bişey var. Sanki çocukluğumuza, şimdilerde olmayan bi yerlere, değişik duygulara götürüyorlar bizi. Vakit bulursam birgün Dublorün Dilemması'nı da yazmam lazım bloğa. İşte bu iki ufak tefek teferruatlar dışında her şey aynı. Yine gün batarken eve dönüyorum, büyük ağaçların altından, mahalle arası küçük parklardan geçerken mutlu oluyorum. Kalabalıklar içinde çoğunlukla yokum daha sakin ama daha huzurlu yerlerdeyim. Allah'a her gün şükrediyorum bana lütfettiği her şey için. Son olarak öylesine anlamsızca çektiğim birkaç fotoğrafı ekleyim. Burda dursunlar.


                     -işte bu kızıllığı seviyorum. Bir de ağaçlarının altından geçebildiğim parkları.








                                              -tarih kokan her şey sizce de daha kıymetlı değil mi.









                                         -bir de annem bize çiçek aldı. Ben kokusuna bayıldım, Tuana da.
Ama annem sevmiyormuş. Okulda da Esrayla pazara çıktığımızda 80 yaşlarında  bir teyzeden sümbüllerle yapılmış küçük bir demet almıştık. 1 liraya.Eve gelince hemen suya koymuştum küçük demetimizi. Sonra da camımızın önüne, başucuma. Bir hafta kokusu gitmemişti. Odanın kapısını her açtığımda kokusunu duymak müthiş mutluluk verciydi, kokusuyla uyumakta tabi.



6 yorum:

  1. Fotoğraflar çok hoş... :) :)

    YanıtlaSil
  2. saatleri ayarlama enstitüsü' diye düşündüm ben:)

    YanıtlaSil
  3. hadii böyle bişi yazsana yine amaaa hadiiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Deep yazıyım dii mi :) du bakalım ara ara fotoğraf cekeyim yine ama önce

      Sil

Benzer Yazılar

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...